Sindirim sistemi – systema digestorium
Sindirim sistemi – systema digestorium Konu hakkında detaylı ve güncel bilgiler için bu makaleyi okuyun
İnsan organizmasının da canlılığını devam ettirmesi, gelişmesi, büyümesi ve canlılığını yitiren hücrelerinin yenilenmesi için enerji maddelerine ihtiyacı vardır. Dışardan aldığımız bu maddelere besin maddeleri denir. Proteinler, yağlar, karbonhidratlar, eser elementler çeşitli mineraller vitaminler ve sudan ibaret olan besin maddeleri Sindirim Sistemi (Systema Digestorium) yolu ile alınıp sindirilerek kana geçirilir.
Besin maddelerinin ağız yolu ile alınmasına Alimentatio (Ingestio – yemek yeme) denir. Ingestio (yemek yeme) ile sindirim kanalına alınan besin maddeleri, mekanik ve kimyasal uygulamalara tabi tutularak emilebilecek bir hale getirilirler. Büyük moleküllü besin maddelerinin daha küçük moleküllere parçalandığı bu işleme Digestio (Sindirim) denir. Sindirim işlemi sonucu küçük moleküllere parçalanan (örneğin proteinler – aminoasitlere, karbonhidratlar – monosakkaritlere vb.) besin maddeleri, ince barsakların duvarındaki intestinal hücreler tarafından emilerek kan ve lenfa içine aktarılır. Su mineraller ve bazı vitaminler kalın barsaklar yolu ile kana geçer. Besin maddelerinin kan ve lenfa içine aktarılmasına Absorbtio (veya Resorptio) – Emilim denir. Sindirim kanalına girdiği halde sindirilmeyen veya emilemeyen maddelerin dışarı atılması gerekli bu maddelerin anüs yolu ile dışarıya atılması işlemine Defecatio (Dışkılama) denir.
Sindirim sistemi 2 temel bölüme ayrılarak incelenir.
1.SİNDİRİM KANALI – CANALIS ALIMENTARIUS : Ağız’ dan Anüs’ e kadar uzanan 8-10 m’ lik bir borudur. Ortak bir duvar yapısına sahip olan bu kanalın, ağız, yutak, yemek borusu, mide, ince barsaklar, kalın barsaklar ve anüs olarak adlandırılan alt bölümleri vardır.
2.EKLENTİ ORGANLARI : Özel boşaltım kanalları ile sindirim kanalına bağla¬nan organlardır (Tükürük bezleri, Karaciğer ve Pankreas).
SİNDİRİM KANALI ORGANLARI
Sindirim kanalı kapsamında ele alınan organlar, içi boşluklu organlar (Organa cavitosa, Organa lumenalia) olup ortak bir duvar yapısına sahiptirler. Sindirim kanalı duvarı sıra ile (içten dışa doğru) şu katmanlardan ibarettir.
1. Tunica mucosa (Mukoz membran)
2. Tunica submucosa (Submukoz katmanı)
3. Tunica muscularis (Kas katmanı)
4.. Tunica serosa, Tunica adventitia (Seröz veya bağ doku katmanı)
Mukoz membran : Organın iç boşluğu’ na (lümen) bakan bu katman; koruma, salgılama ve emilim fonksiyonlarını gerçekleştiren bir epitel katmanıdır. Mukoz membran, sindirim kanalının değişik bölümlerinde özel yapılar kazanır.
Submukoz katmanı : Elastik lifler de içeren gevşek bağ dokusu katmanıdır. Burada kan damarları, sinirler, lenf damarları ile lenfoid doku elemanları yer alır. Submukoz katmandaki otonom sinirler, Plexus submucosus (Meissner Pleksusu) şeklinde organize olmuştur.
Muskuler katmanı : Ağız, yutak, üst özofagus ve anüs’ te çizgili diğer içi boşluklu organların duvarında iki katlı düz kastan yapılı bir katmandır. Muskuler katmanın dış lifleri longitudinal, iç lifleri sirküler şekilde organize olmuştur. Longitudinal ve sirküler kas lifi katmanları arasında Plexus myentericus (Auerbach Pleksusu) bulunur. Plexus myentericus, komşu kas lifleri ile kan damarlarının innervasyonunu sağlar.
Muskuler katmandaki kas liflerinin kasılmaları sonucu peristaltik bir hareket doğar. Peristaltik hareket, kanal içeriğinin karışması yanında, cranialden caudale doğru hareketin ilerlemesini de sağlar.
Seroza katmanı : İçi boşluklu organların en dış katmanıdır. Sindirim kanalı organlarının karın ve pelvis boşluğunda kalan bölümlerinde visseral peritondan yapılı olan seroz katman, baş, boyun, göğüs ve perineal bölümlerde yer alan sindirim kanalı organlarında seroz özellikte olmadığından tunica adventitia olarak adlandırılır. Tunica adventitia gevşek fibroz bağ dokusu katmanından ibarettir.
Sindirim kanalı organları, ağız boşluğu (Cavum oris), yutak (Pharynx), yemek borusu (Osephagus), mide (Gaster), ince barsaklar (Intestinum tenue) ve kalın barsaklar’ dan (Intestinum crassum) ibarettir.
Bunları sıra ile inceleyecek olursak;
1.AĞIZ BOŞLUĞU – CAVUM ORIS
Ağız boşluğu (Cavum oris), sindirim kanalının başlangıç bölümü olup iki alt bölüme (Vestibulum oris ve cavum oris propria) ayrılarak incelenir.
1.Vestibulum oris (cavum buccalis – yanak boşluğu) : Dıştan dudaklar (Labium superius et inferius) ile yanaklar (Buccae), içten diş ve dişetleri tarafından sınırlanmış açıklığı arkaya bakan at nalı şeklinde dar bir aralıktır. Bu aralık, alt ve üst dudaklar arasındaki horizontal bir yarık olan Rima oris ile dış ortama açılır. Dudaklar, ağız yarığını (Rima oris) çevreleyen kas ve zardan yapılmış yumuşak oluşumlardır. Kanlanması, lenfatik damarları ve duyusal sinirleri oldukça yoğundur. Dudakların serbest kenarları kişiden kişiye değişen kalınlık ve büyüklükte olup kırmızı – pembe renktedir. Bu renk, ince, ışık geçirebilen epidermis’ in altındaki kapiller ağlardan ortaya çıkar. Burada ter ve yağ bezleri ile kıl follikülleri bulunmaz.
Vestibulum oris’ in (yanaklar), dış duvarlarının yan bölümlerini oluştururlar. Dışta deri ile kaplı olan yanakların derisi altında, M. Masseter’ in ön kenarı, M. buccinatorius ve Bichat’ ın yağ kitlesi (Corpus adiposum buccae) bulunur. Bu yağ kitlesi, çocuklarda ve şişmanlarda büyük, zayıf şahıslarda ve yaşlılarda küçüktür. Yanakların iç yüzü çok katlı yassı, keratinize olmayan bir epitelle örtülmüştür. Glandulae buccales’ leri içerir. Büyük bir tükürük bezi olan Glandula parotis’ in boşaltma kanalı M. buccinatorius’ u delerek yanak mukozasına açılır.
2.Cavum oris propria (Asıl ağız boşluğu) : Asıl ağız boşluğu (veya sadece ağız boşluğu) Vestibulum oris’ in gerisinde yer alan sindirim kanalı bölümü olup önde ve yanlarda diş kemerleri, dişler ve bunlara ait dişetleri (Gingiva) aşağıda ağız tabanı, yukarıda damaklar arkada yutak geçidi (Isthmus faucium) ile sınırlanmıştır. Ağız boşluğunda dil ile diş ve dişetleri bulunur.
1. DİL – LINGUA – GLOSSA
Dil (lingua) : Ağız tabanında yer alan istirahat halinde esas ağız boşluğunu tümüyle dolduran, mukoza ile kaplı çizgili kaslardan yapılmış, çok hareketli – mobil bir organdır. Dil, yutma, konuşma, çiğneme, ağız temizleme ve tat alma fonksiyonlarında görevlidir.
Anatomik olarak Dil’ in cismi (Corpus linguae), kökü (Radix linguae) ve ucu (Apex linguae) olmak üzere üç bölümü vardır.
Dilin Apex ve Corpus’ u serbest hareketli olduğu halde dil kökü Os hyoideum ve Mandibula’ ya tutunmuştur.
Dilin damağa ve yutağa bakan üst yüzüne dil sırtı (Dorsum linguae) denir.
Dil sırtı, sulcus terminalis olarak adlandırılan A şeklindeki bir olukla ön (Oral) ve arka (Laringeal) iki bölüme ayrılır.
Ön bölüm mukozasında 3-4 tip Papilla bulunur. Bunlardan Papillae fungiformes, Papillae foliatae ve Papillae vallatae’ de tat tomurcukları yer alır. Papillae filiformes ( papillae conicae) de tat tomurcuğu bulunmaz.
Arka (Faringeal) bölüm dil köküne ait olup Tonsilla lingualis olarak adlandırılan lenf nodülleri topluluğu içerir.
Dil mukozasının altında, bağ dokusu içine gömülmüş şekilde İntrinsik dil kasları (asıl dil kasları) bulunur.
Longitudinal, Transversal ve Vertikal yönde seyreden bu kaslar dilin şeklini değiştirirler.
Bunlar dışında, dili komşu yapılara bağlayan ekstrinsik dil kasları vardır. M. genioglossus, M. hyoglossus, M. styloglossus ve M. palatoglossus olarak adlandırılan ekstrinsik dil kasları dilin konumunu değiştirirler.
Sadece insanlarda iyi gelişmiş olan M. genioglossus. Dili öne ve aşağıya çeken dilin geriye kaçmasını önlediği için dilin güvenlik kası olarak ta adlandırılır. M. palatoglossus hariç tüm dil kasları N. hypoglossus cranial XII. çift kafa siniri tarafından innerve edilir.
2. DİŞLER – DENTES
Ağıza alınan besin maddelerinin mekanik olarak parçalanmasını sağlayan dişler (Dentes, Odontos) Maxilla ve Mandibula’ nın Proc. Alveolaris’ lerindeki diş çukurlukları’ na (Alveoli dentales) yerleşmiş, sert, keskin oluşumlardır. Bir dişin Corona, Collum ve Radix olmak üzere üç anatomik bölümü vardır. Corona (taç), diş çukuru dışında kalan ve mine tabakası ile kaplı diş bölümüdür. Radix (kök), dişin, diş çukuru içine giren Cementum kaplı kısmıdır. Radix ve Corona arasındaki dar diş bölümü Collum (boyun) olarak adlandırılır. Dişin içindeki boşluğa Cavum dentis (Pulparis) denir. Burada içinde damar, sinir ve gevşek bağ dokusu yer alan Pulpa dentis bulunur. Alt ve üst çenede diş çukurlukları’ na (Alveoli dentales) dizilmiş olan dişler, üst ve alt diş kemerlerini (Arcus dentalis superior et inferior) oluştururlar. Bu kemerlerde orta hattan başlayarak dış yana sıralanan 4 tip (Çocuk dişleri 3 tip) diş yer alır.
1.Kesici dişler (Dentes incisivi)
2.Köpek dişi (Dentes canini)
3.Küçük azı dişleri (Dentes premolares)
4.Büyük azı dişleri (Dentes molares)
Yaşamın değişik dönemlerinde bulunmalarına göre iki tip diş grubu tanımlanmıştır : Süt dişleri ve kalıcı dişler.
Süt dişleri (Dentes decidui) : Süt dişleri, ilki 6-8 aylarda sonuncusu 2 yaşına doğru çıkan 6.-12. yaşına kadar dökülerek kalıcı dişlerle yer değiştiren dişlerdir. Her bir diş kemerinde 10′ ar adet olmak üzere toplam 20 adet süt dişi vardır.
Kalıcı dişler (Dentes permanentes) : 6 yaşından itibaren süt dişlerinin yerini almaya başlayan kalıcı dişler, tüm yaşam boyunca fonksiyon görürler. Prensip olarak 18 yaşındaki bir kişinin bir diş kemerinde 16 adet kalıcı diş yer alır. Fakat 5.molar diş’ in (Dens serotinus – akıl dişi) çıkışı 30 yaşına kadar uzayabildiğinden bu sayı değişebilir.
Kalıcı dişlerin çıkış zamanları:
Dens molares I 6 yaş
Dens incisivus mediales 7 yaş
Dens incivisus laterales 8 yaş
Dens premolares I 9 yaş
Dens premolaries II 10 yaş
Dens caninus 11 yaş
Dens molares II 12 yaş
Dens molares III 17-30 yaş
DİŞETLERİ – GINGIVAE
Alt ve üst çenenin alveoler çıkıntıları, diş eti (Gingiva) olarak adlandırılan özel bir mukoza ile sarılmıştır. Gingiva, ağız mukoz membranının bir parçası olup, vaskuler bir doku ile onu örten hafif keratinize olmayan çok katlı yassı epitelden yapılmıştır. Gingiva, dişlerin Corona’ larının alt bölümü ile Collum bölümlerine de tutunur. Dişetleri, ağız mukozasından daha kalın olup bez içermezler.
3.DAMAK – PALATINUM
Ağız tavanını oluşturan damağın (Palatum) sert ve yumuşak damak olmak üzere iki bölümü vardır.
1.SERT DAMAK – PALATUM DURUM
Sert damak, ağız tavanının 2/3 ön kısmını yapan bölüm olup, Maxilla’ nın Proc.palatinus’ u ile Os palatinium’ un Lamina horisontalis’ i, tarafından oluşturulur. Sert damağın ağız boşluğuna bakan yüzeyi periost ve ağız mukozası ile kaplıdır. Sert damak mukozasında Glandulae palatinae’ ler bulunur.
2.YUMUŞAK DAMAK – PALATUM MOLLE – VELUM PALATINUM
Yumuşak damak, sert damağın arka kenarından arkaya ve aşağıya doğru uzanan yumuşak ve hareketli bir perde şeklindedir. Bu nedenle yumuşak damak için Velum palatinum terimi de kullanılır.
Yumuşak damağın serbest arka alt kenarının ortasından aşağıya doğru uzanan dil şeklindeki çıkıntıya Uvula (küçük dil) denir. Uvula, yutma sırasında içeriğin burun boşluğuna kaçmasını engeller. Uvula’ nın iki yanından sağ – sol ikişer adet mukoza kıvrımı kemeri (Arcus) uzanır. Bunlardan ön kemere Arcus palatoglossus, arka kemere Arcus palatopharyngeus denir. Bu plikalar içinde aynı isimdeki kaslar yer alır. Her iki taraftaki ön ve arka kemerler arasında Tonsilla palatina’ nın yer aldığı Trianguler şekilli birer çıkmaz bulunur. Dil kökü ve sağ – sol kemerler arasındaki geçit Isthmus faucium (yutak geçidi) olarak adlandırılır. Ağız boşluğundaki besinler Isthmus faucium (Oropharynx) aracılığı ile yutağa geçer.
2.YUTAK – PHARYNX
Bir taraftan ağız boşluğu ve yemek borusu, diğer taraftan burun boşluğu ve gırtlak ile bağlantı kuran yutak, sindirim ve solunum sistemlerinin ortak bir bölümüdür. Kafa tabanından 6. boyun omuru düzeyine kadar uzanır. Kabaca huni şeklinde olan yutağın kafatası tabanına tutunan bölümü geniş olduğu halde aşağıya doğru daralarak C – 6′ nın alt kenarı hizasında yemek borusu (Osephagus) ile devam eder. Fibromuskuler bir duvar yapısına sahip olan yutağın iç boşluğuna Cavum pharyngis denir. Pharynx’ in ön duvarında bulunan delikler boşluğun burun, ağız ve gırtlak boşlukları ile olan bağlantısını sağlarlar. Burun boşlukları ile bağlantı sağlayan delikler Choanae, (Nasopharynx), ağız boşluğu ile bağlantı sağlayan delik Isthmus faucium (Oropharynx) gırtlak boşluğu ile bağlantı sağlayan alt delik ise Aditus laryngis olarak adlandırılır.
Yutak, ön komşuluk ve bağlantıları dikkate alınarak Pars nasalis (Nasopharynx), Pars oralis (Oropharynx) ve Pars laryngea (Laryngopharynx) olmak üzere üç bölüme ayrılır.
Nasopharynx, yutağın burun boşluğu arkasında kalan bölümü olup kafa tabanından yumuşak damak hizasına kadar uzanır. Nasopharynx sadece respirasyon fonksiyonu sağlar. Nasopharynx arka duvarındaki mukozada Tonsilla pharyngea (Adenoidea) bulunur. Orta kulak boşlukları ile Nasopharynx arasındaki bağlantıyı sağlayan Tuba auditiva’ ların Faringeal delikleri de Nasopharynx’ in dış yan duvarlarının üst bölümünde yer alır. Bu deliklerin arkasındaki şişkinliğin mukozasında Lenfoid doku kitlesi olan Tosilla tubaria (Gerlach bademciği) vardır.
Oropharynx, yutağın orta bölümü olup hem solunum hem de sindirim fonksiyonu vardır. Ağız boşluğunun arkasında, yumuşak damak ile C – 3 Corpus’ unun üst kenarı düzeyinde yer alır. Oropharynx, Isthmus faucium aracılığı ile ağız boşluğuna bağlanır. Yutkunma sırasında Nasopharynx ve Oropharynx, Palatum molle ve Uvula aracılığı ile birbirlerinden ayrılır.
Laryngopharynx, gırtlağın arka-üst bölümünde C – 3 – C – 6 düzeyinde yer alır. Aşağıda Osephagus ile devam eden Laryngopharyx ön duvarındaki Aditus laryngis aracılığı ile gırtlak boşluğuna bağlanır. Aditus’un iki yanındaki çıkmazlara Recessus piriformis denir.
Yutak mukozası (Tunica mucosa) yukarıda yalancı çok katlı cilia’ lı, aşağıda mukoz tip çok katlı yassı epitel özelliğindedir. Mukoza dışında (Tunica fibrosa – orta katman) yutak duvarı fibröz bağ dokusundan yapılıdır. Yutak duvarının dış katmanı (Tunica muscularis) tümü çizgili kas özelliğindeki 3 konstriktör kastan oluşur. Bunlardan başka yutağa komşu oluşumlara bağlayan kaslar (M. stylopharyngeus, M. salpingopharyngeus ve M. palatopharyngeus) da mevcuttur. M. stylopharyngeus hariç yutak kasları N. vagus tarafından innerve edilirler.
3. YEMEK BORUSU – OSEPHAGUS
Yemek borusu, yutak ile mide arasındaki bağlantıyı sağlayan 25 – 30 cm uzunluğunda 2 cm çapında dar bir muskuler bir borudur. C – 6 düzeyinde yutaktan başlayan yemek borusu boyundan göğüs boşluğuna girer. Göğüs boşluğunda, orta hatta omurganın önünde soluk borusu ve kalbin arkasında seyreder. Diafragma’ daki Hiatus Osephagus’ tan (T – 10 düzeyi) karın boşluğuna giren yemek borusu burada mideye (Gaster) bağlanır.
Yemek borusu geçtiği topografik bölgelere göre üç bölüme ayrılarak incelenir.
1.Pars cervicalis (boyun bölümü)
2.Pars thoracica (göğüs bölümü)
3.Pars abdominalis (karın bölümü).
Osephagus’ un duvar yapısı, içi boşluklu organların duvar yapısına benzer.
Osephagus üç anatomik darlığa sahiptir 1.Consturictio pharyngooesophagealis
2.Consturictio broncoaortici
3.Consturictio diaphragmacica.
Bunlardan en dar olanı başlangıçtaki Consturicyio pharyngooesophagealis darlığıdır.
OSEPHAGUS KLİNİK BİLGİ
1. Osephagus ve Trachea yakın komşuluklarında olduğu kadar embriyolojik gelişmelerinde de birbirleriyle ilişkilidir. Gelişim sırasında Trachea – Osephagal fistüller, Atretik Osephagus gibi anomaliler oluşabilir. Bunların cerrahi olarak düzeltilmesi gereklidir.
2. Arcus aorta’ nın gelişimi sırasında sağ A. Subclavia, Osephagus’ un arkasından geçebilir (Retroosephageal sağ subclavial arter). Bu durum Disfaji nedeni olabileceği gibi hiçbir semptomda vermeyebilir.
3. Osephagus’ un dar noktaları, Osephagus lümeninden bir Osephagoscopi veya Gastroscopi geçirdiğimiz zaman önem kazanırlar. Bu araçlar darlıklardan geçerken zorlanır ve Osephagus duvarını zedeleyebilirler.
4. Kazara veya intihar amacıyla asitli yakıcı maddeler içildiğinde, Osephagus duvarında en büyük zedelenme bu dar noktalarda oluşur.
5.Osephagus’ a yabancı cisim kaçmalarında cisim çoğunlukla dar noktalarda takılıp kalır.
6. Bu nedenle darlıkların topografisi çok önemlidir.
7. Osephagus’ un alt kısmındaki Porta -caval anastomoz oluşturan venalar Portal hipertansiyon durumunda, mukoza altında varislerin yırtılması hiç fark edilmeksizin tehlikeli kanamalara neden olabilir.
8. Osephagus kanserlerinin insidansı bölgelere göre büyük değişikliler gösterir. Bunda beslenme alışkanlıklarının bu kanserlerin oluşmasında ne kadar etkili olduğu sonucu çıkar.
45 yaşını geçmiş, özellikle erkek bireylerde yutma zorluğu (Disfaji) yakınması oluşması daima Osephagus kanseri şüphesini akla getirmelidir. Kanserlerde Barium yemeği organın bir yerinde kalıcı dolma defekti gösterir. Osephagoscopie ile tümör görülebilir ve biopsi alınabilir.
Osephagus’ un Abdominal parçasının kanserleri sol gastirik lenf düğümlerine ve hepatik lenf düğümlerine metastaz yaparlar.
9.Mide yanması (Pyrosis) çok genel bir Osephageal ağrı tipidir. Bu ağrı Sternum’ un alt yarısının arkasında bir sıcaklık veya yanma duyusu şeklindedir. Hastaların çoğunluğu bunu Yüreğim yanıyor şeklinde ifade ederler.
Bu ağrı çoğunlukla yutma güçlüğünü (Disfaji) de yanında getirir. Eğer yiyecek dar Osephagus segmentini geçemiyorsa şikayetler çok daha fazladır.
4. MİDE – GASTER – VENTRICULUS
Mide, Diafragma’ nın altında karın boşluğunun üst bölümünde yer almış, sindirim kanalının en geniş bölümüdür. Üç temel fonksiyonu vardır. Yemek borusu yolu ile gelen besin maddelerini sindirilmek üzere geçici bir süre depolar. Yeni doğanda 30 ml (limon büyüklüğünde) hacime sahip olduğu halde yetişkin bir insanda normal şartlardaki hacmi 1-1,5 litredir. Gerektiğinde 2-3 litre besin depolayabilir. Alınan besinleri mide salgısı ile karıştırarak yarı sıvı, yarı lapa şeklindeki Kimus haline getirir.
Yeterli sindirim ve emilim sağlanabilmesi için Kimus’ un ince barsaklara geçişini kontrol eder.
Midede sindirim ve Kimus oluşumu, mide salgısı (mide özsuyu, Saccus gastricus) ile sağlanır. 24 saatte 2-3 litre mide özsuyu salgılanır. Bu salgı içinde Pepsin, HCl, Intrinsik faktör, Mukus ve Su bulunur.
MİDENİN ŞEKLİ VE BÖLÜMLERİ
Mide, kabaca J harfi şeklinde olup iki eğriliği, iki duvarı, iki deliği, dört bölümü vardır.
Midenin Ön duvarı Paries anterior, arka duvarı Paries posterior olarak adlandırılır. Bu iki duvar uzun eksen boyunca sağda ve solda birer eğrilikte (Curvatura) birleşmişlerdir. Sağ taraftaki konkav eğriliğe Midenin küçük eğriliği (Curvatura ventriculi minor) sol taraftaki konveks eğriliğe Midenin büyük eğriliği (Curvatura ventriculi major) denir.
Midenin yukarıda yemek borusu ile birleşen deliğine Ostium cardiale, oniki parmak barsağına açılan alt deliğine de Ostium pyloricum denir. Her iki delik etrafında içerik akışını kontrol eden Sifinkterler vardır. Pilorik delik etrafındaki sifinkter Kardiak delik etrafındaki sifinkterden daha güçlü olup ancak belirli bir pH’ daki sıvı veya Kimus’ un geçişine izin verir.
Mide, anatomik ve fonksiyonel olarak bir bütün olmasına karşın tanımsal amaçlar için 4 bölüme ayrılarak incelenir.
1.Cardia bölümü (Pars cardialis) : Midenin kardiak deliğe yakın olan 2-3 cm genişliğinde, ters çevrilmiş huni şeklindeki bölümüdür.
2.Fundus bölümü (Fundus gastricus) : Midenin, kardiak delik düzeyinin üzerinde kalan kubbe şeklindeki bölümüdür.
3.Mide gövdesi (Corpus gastricus) : Midenin orta bölümü olup aşağıda Antrum pyloricum ile uzanır,
4. Pilorik bölüm (Pars pylorica) : Midenin distal bölümü olup Antrum pyloricum ve Canalis pyloricus olarak adlandırılan iki alt bolümü vardır.
Pilor (pylorus) : Midenin Duodenum’ a yakın bölümüdür. Buradaki Ostium pyloricum etrafında önemli bir sifinkter (Sphincter pylorici) bulunur. Bu sifinkter mide içeriğinin oniki parmak barsağına geçişini kontrol eder. Normalde kapalı (kontrakte) olan bu delik, sifinkterin gevşemesi ile zaman zaman açılır ve midedeki besin maddelerinin Duodenum’ a geçişine izin verir.
Cerrahi açıdan mide son yıllarda iki gastrik sistem veya ünite ayrılarak ele alınmaktadır. Birincisi Proksimal gastrik ünite olup, Distal Osephagus proksimal mide bölümü ve Hiatus Osephageus’ tan, İkincisi Distal gastrik, Pars pylorica – Pyloris ve Duodenum’ un birinci bölümünden oluşur.
MİDENİN DUVAR YAPISI
Midenin duvar yapısı, sindirim kanalı organlarının genel duvar yapısında olmakla beraber bazı farklı özelliklere de sahiptir.
1.Mide mukozası : Mukoza, sığ oluklarla birbirlerinden ayrılmış kabartılar (Areae gastricae) içerir. Bu kabartılarda küçük çukurcuklar (Foveola gastrica) görülür. Boş mide mukozasında kalın kıvrımlar (Plicae gastricae, Plicae rugae) bulunur. Midenin basit columnar epitel özelliğindeki mukozasında (özellikle fundus ve corpus’ ta olmak üzere) kıvrımlı tubuler tip bezler (Glandulae gastricae) vardır. Bu bezlerin boşaltma kanalları Foveolae gastricae’ lere açılır. Gastrik bezler içinde HCl ve digestif enzimlerin bulunduğu mide salgısının büyük bir bölümünü oluştururlar. Gastrik bezler ayrıca mukozayı koruyan mukus ile B 12 vitamininin emilimi için gerekli olan intrinsik faktör de salgılarlar.
Mide bezlerinde dört tip hücre bulunur. Bunlardan temel hücreler Pepsinojen, Parietal hücreler; HCl ve İntrinsik faktör, boyun hücreleri; mukus, endokrin hücreler, serotonin, entero – glukagon ve histamin salgılarlar.
2.Submukoza katmanı, Kan damarları, sinir ağı (Meissner pleksusu) lenf damarları ve lenfoid doku elemanları içeren gevşek bağ dokusundan ibarettir.
3.Seröz katman, En dış katman olup, Peritonun visseral yaprağından oluşmuştur. Midenin ön ve arka duvarını örten Periton. Midenin küçük eğriliğinden (Curvatura ventriculi minör) Omentum majus olarak uzanır.
MİDE – GASTER KLİNİK BİLGİ
1.Pilor spazmı (Pylorospazm) 2-12 haftalık bebeklerde olabilir. Olgu pilorik kanalı çevreleyen sifinkterin gevşemesinde yetersizlik göstermesi ile karaterizedir. Sonuçta mide içeriği Duedonum’ a geçemez ve mide aşırı dolgun kalır. Hasta tipik bir şekilde kusar. Çoğunlukla düz kas gevşetici ilaçlar verilir.
2.Kojenital hipertrofik pilorik stenoz dışında midenin malformasyonları ender bir şekilde kalınlaşmasıdır. Doğan her 150 erkek çocuğundan birinde ve 750 kız çocuğundan birinde görülür. Hipertrofik pilor serttir ve pilorik kanalda daralma vardır.
Konjenital hipertrofik pilor stenozu’ nun nedeni bilinmemektedir. Ancak tek yumurta ikizlerinin her ikisinde de ve yüksek insidenste görülmesi genetik faktörlerin rolü olduğunu düşündürmektedir.
Büyümüş olan pilor zeytin büyüklüğünde, sert bir kitle halinde palpe edilebilir. Kitle inspiriyonla aşağıya iner.
3.Mide kanserleri : Bazı belirli ülkelerde yüksek insidans gösterir. Japonya ve İskandinav ülkelerinde Mide kanseri vakaları çok görülür.
Hastalık erkeklerde kadınlara oranla daha fazla oranda görülmektedir.
Bükülebilir (Flexible) Fiber Endoskop’ ların gelişmesi ile Gastroskopi mide lezyonlarını gözle görerek tanı olanağı vermiştir.
4.Konjenital olarak geniş oluşmuş bir Hiatus Osephagei’ den midenin üst kısmı Thorax’ a fıtıklaşabilir. Bazen de mide Diapragma’ daki Postero – lateral bir defektten (Trigonum lumbocostale) tümüyle Thoraks’ a fıtıklaşabilir. Bu tip konjenital Diafragmatik herni her 2000 doğumda bir görülür.
5.Kazanılmış Hiatal herni’ ler daha sık görülür. Orta yaşlardan sonra Hiatus’ u saran Diafragma liflerinin zayıflaması ile Hiatus genişleyebilir, bu olgu fıtıklaşmayı kolaylaştırır.
6.Midenin bütün arterleri anastomoz yaptığı için çok zengin bir kollateral dolaşıma sahiptir. Ameliyat sırasında mideyi besleyen bir veya birkaç arter rahatlıkla bağlanabilir.
Parsiyel Gastrektomi (Antrum pyloricum’ un ameliyatla çıkarılması) sırasında Omentum major Sağ Gastroepiploik arterin altından kesilir. Bu arterin bütün Omental dalları bağlandığı halde Omentum yine de nekroza uğramaz. Çünkü Sol Gastroepiploik arterin Omental dalları sağlamdır.
7.Mide rezeksiyonu yapılırken rezeksiyon bölgesindeki bütün lenf düğümleri de çıkartılır. Bunlardan Pilorik lenf düğümleri özellikle öneme sahiptir. Çünkü Pilor bölgesinde mide kanserleri en fazla sıklıkta görülür. Bu bölgeye yakın olan Sağ Gastroepiploik lenf düğümleri de sık sık metastaza uğrarlar. Çok ilerlemiş kanser olgularında Lenfojenik yayılma ile Coeliac lenf düğümleri de metastaza uğrayabilirler.
8.Parietal hücrelerin asit salgıları N. vagus tarafından kontrol edilir. O nedenle Peptik ülserlerde bazen vagal trunkus’ ları kesmek gerekebilir (Vagotomi).
9.Mide mukozasının mukus salgısı, salgılanan asit ile mide hücreleri arasında bir engel oluşturur. Bazen bu engel hücreleri korumakta yetersiz kalır ve mide suyu hücreleri yakarak erozyonlar yapılabilir (mide ülseri).
10.Ülserli mide alanının ameliyatla çıkarılması ile birlikte çoğunlukla Vagotomi de yapılır.
Selektif Vagotomi, Nervus vagus’ un yalnızca Gastrik dallarının kesilmesidir.
11. Mideden ağrı duyusu sempatiklerle taşınır. Vagotomiden sonra tekrarlayan Peptik ülserlerde yine mide ağrısı vardır. Ağrı ancak bilateral sempatektomi ile kesilebilir.
Mide ağrısı bütün Epigastrik bölgeye akseder. Açlık, susuzluk ve tokluk duyuları Nervus vagus ile taşınır.
MİDENİN FONKSİYONLARI
Midenin başlıca üç fonksiyonu vardır.
1. Depo fonksiyonu: Yutulan besinleri depo etmek
2. Besin maddelerinin mide sekresyonu ile karışmasını sağlamak
3. Besin maddelerini sindirilmeleri ve absorbe edilebilmeleri için uygun olan bir hızda bağırsağa iletmek.
MİDENİN DEPO FONKSİYONU
İnsan midesinin ilk ve en önemli görevi, yutulan besinleri depo etmektir. İnsan midesinin temel fonksiyonu besin depolamaktır. Bir insan midesinin normal kapasitesi 1 – 1.5 litredir. Mide duvarını oluşturan düz kasların plastisite özelliğinden dolayı midenin yavaş yavaş dolmasına karşın, mide içi basınç belirli bir sınıra kadar değişmez tutulur.
Baryum sulfat ağız yoluyla verildikten sonra insan midesi röntgenle gözlenebilir. Mide besinle doldukça düz kasların boyları uzar. Peristaltik kasılmalar dışında mide içi basıncı değişmez tutulur ve boş midenin basıncı kadardır. Mide dolmakta iken mide içi basıncın düşük tutulmasında Nervus vagus yoluyla kaslarının gevşetilmesi mümkündür. Midenin gevşemesi gibi kasılmaları da Nervus vagus ve Splanchnic sinirleri içindeki afterent sinirlerin uyarılması ile meydana getirilebilir. Parasematik bir sinir olan Nervus vagus, genel olarak Gastro – intestinal kanalın kaslarını aktiviteye sevkeder. Splanchnic sinirin mideye giden kolları sempatik sinirlerdir ve genel olarak Gastro – intestinal kasları inhibe ederler. Sempatik sinirler bu etkilerini Norepinefrin salgılayarak yaparlar ve sempatik etkiyi bloke eden maddeler, Splanchnic sinirin mideyi gevşetme etkisini ortadan kaldırırlar. Nervus vagus ucundan Asetilkolin salınırsa, mide kaslarını kasılmaya sevk eder. Nervus vagus’ un mideyi gevşetme etkisi de vardır ve bu etkisinde ne gibi bir transmitter madde salgıladığı henüz bilinmemektedir.
MİDENİN BESİNLERİ KARIŞTIRMA VE BARSAKLARA İLETME FONKSİYONU
Besin maddeleri midede depo edildikleri süre içinde sindirime uğramaya devam ederler. Midede sindirimin meydana gelebilmesi için, mide içindeki besin maddelerinin mide sekresyonu ile karışması gerekir. Mide duvarı boyunca birçok bez hücresi yer almıştır. Bu hücreler sindirimde rol oynayan bazı enzimler ve Hidroklorik asit (HCl) salgılarlar. Bu enzimler ve HCl besin maddeleri ile karışarak midede sindirimini devam ettirirler.
Mide sıvısı ile besin maddelerinin karışmasını sağlayan, mide duvarının peristaltik hareketleridir. Daha önce de söylediğimiz gibi, mide duvarı dört katman halinde dizilmiş olan düz kaslardan oluşmuştur.
Düz kasların kendiliklerinden kasılıp gevşeyebilme özellikleri, midenin peristaltik kasılmalarını yaratır. Bu kasılmalar midenin Cardia bölgesinde başlar ve Corpus boyunca yayılarak Antrum’ a ve Pyloris’ e ulaşır. Birçok araştırıcılar midenin peristaltik kasılmalarının yaklaşık 20 saniyede bir olduğu konusunda birleşmektedirler.
Mide sıvısı ile karışmış ve sindirime uğramış besin maddesi kütlesine Kimus (Chymus) adı verilir. Kimus’ un mideden sonra gideceği yer, ince barsağın ilk kısmı olan Duodenum’ dur (12 parmak bağırsağı). Besin maddelerinin ince barsakta en verimli biçimde sindirilip absorbe edilebilmeleri için, bunların mideden bağırsağa uygun bir hızda iletilmeleri gerekir. İşte midenin fonksiyonlarından birisi de besin maddelerini (Kimusu) ince barsağa bu uygun hızda iletmektedir. Midenin gösterdiği peristaltik kasılmalar Antrum bölgesinde daha kuvvetlidir. Bu kuvvetli kasılmalar Kimusun piloris’ ten Duodenum’ a geçmesini sağlar. Bu geçiş sırasında Pilorik sfinkter inhibe edilerek Kimus’ un barsağa geçişini kolaylaştırır. Her kasılmada bir miktar Kimus, açılmış olan Pilorik sfinkterden geçerek Duodenum’ a ulaşır. Dolayısıyla, Kimus’ un mideden barsağa geçiş hızını ayarlayan, Antrumda meydana gelen peristaltik dalgalar olmaktadır.
Mide kendiliğinden peristalik bir ritme sahiptir. Bu ritm Nervus vagus uyarılarak değiştirilebilir. İnsanlarda iyileşmeyen ülserlerin tedavisi için midenin her iki vagus sinirinin kesilmesi (Vagotomie) gerekebilir. Vagotomiden sonra mide hareketleri yavaşlar.
Yağların ve Proteinlerin sindirim ürünleri de mide boşalma hızını etkiler Duodenum’ da emülsiyon halinde yağların, amino asitlerinin ve polipeptidlerin bulunması mide boşalmasına ve mide aktivitesini yavaşlatır. Ayrıca Duodenum’ un gerilmesi, Pilorik antrum’ un hereketlerini yavaşlatır. Duodenum’ un mide aktivitilerinin değiştirmesinin, hem sinirsel hem de humoral yoldan olabileceğine ilişkin kanıtlar vardır. Bazı durumlarda Vagus refleksleri saptanmıştır. Mide içeriğinin Duodenum’ a girmesi ile Duodenum’ dan impulsların merkezlere ulaşması yoluyla ve Vagus yoluyla Antrum hareketlerinin durdurulması şeklinde refleks yoluyla olduğu bildirilmiştir. Bu reflekse Entrogastrik refleks denir. Korku ve heyecan mide boşalma hızını yavaşlatır.
Midenin bu asıl fonksiyonları yanında diğer bazı fonksiyonları da vardır. Örneğin, mideye giren sıvıları sulandırarak veya yoğunlaştırarak, bunların barsağa geçmeden önce vücut sıvıları ile aynı yoğunluğa gelmelerini sağlar. Ayrıca, kan yapımında önemli bir rol oynayan B 12 vitaminin absorbsiyonu için gerekli olan İntrinisik faktör mide mukozasında sentezlenir.
MİDE SALGISI – GASTRIC SECRETION
Mide mukozası basit tubuler bezlerden yapılmıştır. Tubuler bezler insanda Pilorus bölgesinde yalnız mucus salgılayan hücrelerden (Goblet hücreleri) yapılmıştır. Midenin geri kalan bölgelerinde tubuler bezlerde mucus salgılayan Goblet hücreleri, HCl salgılayan parietal hücreler ve enzimleri salgılayan peptik hücreler bulunur. Tubuler mide bezleri¬nin alt kısmına taban bölgesi, ortalarına doğru daha incelmiş kısmına boyun, bölgesi, boyun ile mukozal yüzeye açılan kısım arasındaki en ince bölgeye de isthmus denir. Parietal hücreler en çok boyun bölgesinde, Peptik hücreler en çok taban bölgesinde, Goblet hücreleri ise en çok mukozal yüzeye yakın olan bezin ağız bölgesinde bulunurlar. Mide mukozası hücreleri daima yenilenmektedirler. Bezin boyun bölgesinde bulunan Goblet hücreleri çoğalarak yüzeye doğru itilirler ve 2 – 3 gün içinde boyun bölgesinden yüzeye ulaşırlar. Yüzeydeki yaşlanmış mukoza hücreleri mide lumenine dökülürler. Boyun bölgesin-de çoğalarak bezin taban bölgesine doğru giden hücreler, parietal ve peptik hücreleri meydana getirirler.
Mide bezlerinden salgılanan sıvıya, Mide sıvısı denir. Goblet hücrelerinin salgıladığı mukus (mucin), tüm mide yüzeyini kaplayan bir katman oluşturur. Bu katman koruyucu bir katmandır ve mide yüzeyini HCl asidinin zedeleyici etkisinden korur. Mide bir günde 3 litre kadar salgı yapar.
MİDE SALGILARI VE FONKSİYONLARI
MUKUS SALINMASI
Mide yüzeyinin koruyucusu olan mukus yüksek moleküler ağırlıkta bir mukoproteindir ve düşük moleküler ağırlıkta alt ünitelerin polimerize olması ile meydana gelir. Proteolitik enzimler ve redükte edici kimyasal maddeler, mukoproteini alt ünitelerine ayırabilirler. Mide mukozasının tahrişi ve fazla asit salınması, mukus salgılanmasını artırır. Sinirsel etkilerle de bu salgıların arttığı, ya da azaldığı söylenir.
İNTRİNSİK FAKTÖR SALINMASI
İntrinsik faktör bir glikoproteindir, parietal hücreler tarafından yapılır ve B 12 vitamini mukoza kesitleri ile inkübasyon yapıldığında, işaretli vitamin parietal hücrelerde gözlenir. Eğer inkübasyon ortamına intrinsik faktöre karşı hazırlanmış antibody eklenirse, B 12, vitamininin hücreler tarafından alınmadığı görülür. Bunun pratik önemi vardır, zira B12 vitamini eksikliğinden ileri gelen Aanemia perniciosa’ da (öldürücü anemi) kanda intrinsik faktöre karşı antibody bulunmuştur.
Bazı kan grubu antijenlerinin alyuvar yüzeyinden başka bazı dokularda da, örneğin epitelial hücrelerde, bulunduğu saptanmıştır. Ayrıca, A, B ve H kan grubu maddeleri erimiş halde tükürük ve mide mukus salgısı içinde bulunabilmektedirler.
İnsanların 3/4 ünde mukus içinde erimiş halde A, B, ve H antijenleri bulunur.
HİDROKLORİK ASİT (HCI) SALGILANMASI
Mide mukozası parietal hücrelerinde bol miktarda flavaprotein enzimleri ve sitokrom oksidaz bulunmuştur. Konsantre bir halde asit meydana getirilmesi için bol enerjiye ihtiyaç vardır ve enerji üretimi için bu enzimler gerekir.
Gerek hücre içi metabolizma sonucu açığa çıkan, gerekse kandan difüzyon yolu ile hücre içine giren CO2, Karbonik anhidraz enzimi aracılığı ile su ile birleşerek Karbonik asit (H2C03) meydana getirir. Hücre içi suyun dissosiye olması ile sınırsız Hidrojen iyonu (H+) ve OH- meydana gelir (H2O—- OH- + H+). H+ iyonu aktif transport ile (mekanizması henüz bilinmi¬yor) hücre içinde yer alan ince bir kanala (canaliculi) geçer. OH- ile H2C03 birleşerek H2O ve HCO-3 meydana gelir (H2C03 + OH- → H2O + HCO-3). HCO-3 iyonu kana girerken bu iyonun yerine kandan CI- hücre içine alınarak aktif transportla (bunun da mekanizması henüz bilinmemektedir) canaliculi’ ye verilir. Bu şekilde sentezlenen HCI’ nin midede bir çok fonksiyonu vardır. Bunların en önemlisi İnaktif Pepsinojenin aktif Pepsin’ e çevrilmesidir. Ayrıca, Pepsin enziminin optimum pH’ ını sağlayan HCl’ dir. HCl’ nin bunlardan başka bazı mineralleri (örneğin Kalsiyum, Demir) redükte ederek barsaklardan emilimlerini kolaylaştırmak, sütün Kazeinoje¬n’ ini Kazein halinde çökertmek, besinlerle giren bakterilerin yaşamalarını ve üremelerini engellemek gibi fonksiyonları da vardır.
Histamin mide asit sekresyonunu ileri derecede artırır. En kuvvetli asit saldıran Gastrin II’ dir; bundan sonra Histamin gelir.
ENZİM SALGILANMASI
Sindirimde önemli olan mide enzimi Pepsin’ dir. Mide sıvısında bulunan diğer enzimler Gastrik lipaz, Amilaz ve Rennin’ dir. Gastrik lipaz ve Amilaz’ ın mide sindiriminde pek önemi yoktur. Rennin enzimi daha çok bebeklerin midesinde bulunur ve sütün Kazein’ ini Parakazein haline çevirerek sütü pıhtılaşmış hale getirir. Bu şekilde Kazein’ in sindirilmesi kolaylaştırılır. Erişkin insanda süt, Pepsin tarafından pıhtılaştırılır.
Pepsin, çeşitli enzimlerden oluşmuş bir kompleks enzimdir. Elektroforetik olarak en az 7 enzim ayrılmıştır ve her birinin kendine özgü özellikleri vardır. Pepsin peptik hücreler tarafından Pepsinojen halinde salınır ve daha önce şekillenmiş Pepsin ve HCl tarafından aktif enzim Pepsin haline çevrilir. Pepsin için optimum pH 1.5 – 3.5 arasındadır. Pepsin, proteinleri kısa polipeptid zincirlerine parçalar. Proteinlerin herhangi bir amino asitleri bağını parçalar ise de, özellikle Tirozin ve Fenilalanin bağlarını koparır.
MİDE SEKRESYONUNUN KONTROLU
Mide sekresyonu açlıkta da devam eder. Fakat salgı oldukça azdır ve içinde az miktarda Pepsinojen ve HCI bulunur (Bazal sekresyon). Önemli mide sekresyonu sindirim sırasında olur ve bu sekresyonu Sinirsel ve Humoral (hormonal) olmak üzere iki yolla kontrol edilir.
MİDE SEKRESYONUNUN SİNİRSEL KONTROLU
Mide sekresyonunun sinirsel kontrolü refleks yoluyla olur. Deney hayvanlarında Nervus vagus kesilir ve Perifer ucu uyarılırsa, HCI, Pepsin ve Mukus salgılanır. Nervus Vagus bu etkisini Asetilkolin salgılayarak yapar ve Antikolinerjik maddeler Vagus etkisini azaltır.
Sinirsel kontrol ile sekresyon meydana gelişi hızlı olur fakat kısa süre devam eder.
Mide mukozasının HCI asit etkisinden korunmasından Surfektan (yüzey aktif) maddelerinin rolü olduğuna dair deneysel kanıtlar vardır. Akciğerlerin alveol yüzey gerilimini azaltan maddeleri (Surfektan maddeler) Fosfolipdler’ dir.
Surfektan maddeler alveol yüzeyinde Hidrofobik bir yüzey oluşturduğuna göre, bu maddelerin mide yüzeyinde de Hidrofobik – su ile ıslanmayan bir yüzey oluşturarak HCl asit etkisinden koruduğu düşünülmektedir.
MİDE SEKRESYONUNUN HUMORAL KONTROLU
Humoral kontrolün bir mide evresi (Gastrik evre) bir de Barsak evresi (Intestinal evre) vardır. Mide evresinde özellikle proteinlerin parçalanma ürünleri Pilorik antrum mukozasını uyararak, buradan Gastrin ve Gastrozimin adı verilen hormonların salınmasına yol açarlar. Bu hormonlar önce mideyi terk eden kan dolaşımına daha sonra da genel dolaşıma katılarak Arteriyel kan ile tekrar mideye gelirler. Gastrin midede asitçe zengin, Gastrozimin ise enzimlerce zengin sekresyon yaptırırlar.
Gastritin sentetik analogu olan ve 5 amino asidinden yapılmış Pentagastrin kliniklerde kullanılır. Barsak evresinde protein parçalanma ürünleri, Duodeneum mukozasından Intestinalgastrin salınmasını başlatır. Bu hormon yine kan dolaşımına katılarak mideye gelir ve sekresyonu başlatır. Duodenum’ a giren Kimus içindeki maddelerden özellikle Yağlar ve Duodenum’ a asit içeriğin girmesi burada Sekretin ve Kolesistokinin adı verilen hormonların salınmasına yol açarlar. Kan dolaşımına katılıp mideye gelen bu hormonlar midenin salgı yapmasını inhibe eder – engeller.
MİDENİN KORUYUCU GÖREVİ
İnsanlar midesiz de yaşayabilirler. Midelerinin bir kısmı veya tamamı alınmış insanların çoğu oldukça sağlıklı yaşamaktadırlar. Fakat bu insanların bazılarında sindirim ve beslenme bozuklukları ortaya çıkar. Midenin kuvvetli asidi ve Pepsin mikroorganizmaların çoğalmasını engeller. Gastrektomi’ den sonra barsaklarda anormal bakteri florası gelişebilir. İntrinsik faktörün bulunmaması nedeniyle, B 12 vitamini yeteri kadar emilemez ve Anemi görülebilir.
KUSMA – VOMICATION – VOMITUS
Kusma, zararlı maddelerin vücuda girmesini önleyen bir refleks olayıdır. Kusma çeşitli yollardan meydana gelebilir. Mide, barsak ve safra kesesinin gerilmesi, mide mukozasının tahrişi, deniz ve otomobil tutması gibi labirentleri aynı yönde tekrar tekrar uyaran nedenler, tiksinti yaratan şeylerin görülmesi gibi olaylar kusma meydana getirirler.
Birçok kimyasal maddeler (Örneğin, Bakır sülfat, Civa klorür, Tartar emetik ve Apomorfin) kusma meydana getirirler. Bu maddelere Emetik maddeler denir. Beyinde Retikuler formasyonun lateralinde kusma merkezi (emetik merkez) vardır. Bu bölgenin elektrikle uyarılması kusma yaratır. Atropin Emetik merkezi inhibe eder. Kusmada önce bulantı görülür. Kusma, öğürme ile başlar, bu sırada Diafragma’ nın ve kasların şiddetli kasılmaları ile mide periodik olarak sıkıştırılmaktadır. Tükürük salgısı artar, rengin solması, terleme görülebilir. Kusma işi, solunum ve karın kaslarının bir dizi kompleks hareketleri ile yapılır. Pilorik antrum bölgesi kasılarak içeriğini, gevşemiş olan Corpus ve Fundus bölgesine iter. Derin nefes alınırken Epiglottis nefes borusunu kapatır, Palatum molle yukarı kalkarak Yutak (Pharynx) burun boşluğuna giden yolunu tıkar. Bu sırada karın kasları kuvvetli ve ani kasılmaları ile mide içeriğini gevşemiş olan Cardia’ dan Osephagus’ a sokar ve ağız yolu ile dışarı çıkarır.
KUSMAYA NEDEN OLAN ETKENLER
1. Ruhsal Etkenler (Korku, üzüntü, sıkıntı vb.)
2. Hoşa Gitmeyen, Tiksindirici Etkenler
A. Göz yoluyla alınan duyular,
B. İçkulaktaki Utriculus’ un sallanma hareketleri ile uyarılması (Deniz ve Araba tutması gibi).
3. Lokal İrritasyonlar
Zehirlerle, bazı ilaçlarla uyarılma, yutak, yemek borusu, mide, barsak, safra kesesi, utrerus hastalıklarında otonom sinir uçlarının uyarılması, herhangi bir organ da acı, ağrı reseptörlerinin uyarılması.
4. Kanda Mevcut Etkenler
Kusturucu (emetik) ilaçlar (Örneğin, Apomorfin) kusma merkezini uyarılmaya karşı duyarlı kılarlar.
5. Metabolik Etkenler
Gebelik ve aşırı yorgunluk halleri
KUSMA REFLEKSİ
1. Bulantı (nausea) başlar, tükürük salgısı artar
2. Vagus siniri etkisiyle, Yemek borusu, Cardiac Sifinkter, Mide gevşerler. Pilorik antrum şiddetle kasılır
3. Epiglottis kapalı olarak İnspirasyon hareketleri yapılır.
4. Diyafragma aşağı iner, karın kasları spazmo¬dik olarak kasılırlar. Böylece mide üzerine basınç yapılması ve Epiglottis kapalı, olarak yapılan İnspirasyonla Osephagus içi basıncı düşmesi sonucu, mide içeriği ağıza doğru ha¬reket eder.
5. İNCE BARSAKLAR – INTESTINUM TENUE
İnce barsaklar : Sindirim kanalının en uzun bölümü olup, mideden Ileoceacal kapakçığa kadar uzanır. 5-7 m. uzunluktaki ince barsaklar, Abdominopelvik boşlukta kalın barsaklarla sarılmış olarak bulunurlar. Besin maddelerinin kimyasal sindirimi ince barsaklarda tamamlandığı gibi büyük bir bölümün de de emilim burada gerçekleştirilir.
İnce barsaklar, Duodenum, Jejunum ve Ileum olmak üzere üç bölüme ayrılır.
1.ONİKİ PARMAK BARSAĞI – DUODENUM
Duodenum, mideden hemen sonraki ince barsakların ilk bölümü olup at nalı şeklinde (veya C şeklinde veya ay çöreği şeklinde) pankreas başının etrafında yer alır. Duodenum, ince barsakların en kısa (25 cm uzunlukta) en fikse ve en geniş bölümüdür. Duodenum’ un birinci bölümü Intraperitoneal olup mide ile birlikte hareket edebilir. Diğer bölümleri ise Retroperitoneal olduğundan hareketsizdir.
Duodenum’ un 4 bölümü ayırt edilir.
Pars superior: İlk 5 cm’lik bölümü olup. 2.5-3 cm’lik başlangıç bölümü Ampulla (veya Bulbus) olarak adlandırılır. Pars superior duodeni, asit ve Pepsinden zengin mide içeriği-kimus ile ilk karşılaşan Duodenum bölümü olması nedeniyle Peptik ülser riski taşır.
Pars descendens : Duodenum’un 2. bölümüdür. Pankreas kanalları ile Ductus choledochus buradaki Papilla wateri major ile Duodenum’ a açılır.
Pars horisontalis (inferior) : Horizontal konumda ve 6-8 cm’lik bir bölümdür.
Pars ascendens: Duodenum’un en kısa bölümü olup Flexura duodenojejunalis’ ten sonra Jejunum ile uzarır. Bu Fleksura Treitz bağı ile karın arka duvarına bağlanır.
DUODENUM KLİNİK BİLGİ
1. Peptik ülserin bir tipi olan duoadenal ülser’de, duodenum duvarında kratere benzer erozyonlar vardır. Bunlar çeşitli derinliktedirler ve organın duvarını delebilirler.
Duodenal ülserler daha çok Bulbus duodeni’de oluşurlar. Ülser duvarı delebilir. Bu durumda Duodenum içeriği Periton boşluğuna geçeceğinden Peritonit’ e yol açar. Delinmiş Duodenum’dan maddeler çoğunlukla sağ Parakolik oluktan Fossa iliaca’ ya gider.
2. Duodenum’un 1. parçası Karaciğer ve Safra kesesi ile yakın komşuluktadır. Duodenal ülser olgusunda organ bu oluşumlara yapışabilir veya onlarında ülserleşmesine yol açabilir.
Duodenum’un safra kesesine yapışık olduğu bireylerde Kolesistit (safra kesesi iltihabı) sık görülür. Ayrıca aynı komşuluk nedeniyle oluşan Adhesion’dan (yapışma) safra taşları Safra kesesinden Duodenum’a geçebilirler.
3. Duodenum, Caput pancreatis ile de çok yakın komşudur. Duodenum ülseri pankreatit’ e yol açabilir.
4. Duodenum’ un 1. parçasının arka yüzünden A. gastroduodenalis geçer. Bu arterde erozyona neden olan bir Duodenum ülseri, arterden periton boşluğuna fazla miktarda kanamaya yol açabilir.
5. Fötal yaşamın erken dönemlerinde Duodenum’ unda mezenterium’ u vardır. Ancak önündeki Colon transversum’un baskısıyla Duodenum karın duvarına dokunur ve arka yüzündeki Periton kaybolur. Bu durumuyla Retroperitoneal organlar olan Duodenum ve Pancreas ameliyat sırasında karın arka duvarından Diseksiyonla kolayca ayrılabilir. Ancak arkalarında bulunan Böbrek damarları ile Ureter’in dikkarle korunması gereklidir.
6. Duodenal recessus’ların Intraperitoneal herni’ lerin oluşabiliceği nedeniyle cerrahi önemleri vardır. Bu Recesus’ların içine giren barsak parçası Peristaltik hareketlerle boğulabilir.
Paraduodenal herni bu tip fıtıkların en fazla görülenidir. Paraduodenal recessus’ u örten periton pilikası kesilerek bu tip fıtıklar serbestleştirilir. Bu pilikanın içinde V. mesenterica inferior ve A. colica sinistra’ nın bulunduğuna çok dikkat edilmelidir.
2. BOŞ BARSAK VE KIVRIMLI BARSAK – JEJENUM ET ILEUM
Jejeunum ve ileum, ince barsakların en uzun (canlıda – 5-6 m), en kıvrımlı ve en hareketli bölümüdür. Flexura duodenojejunalis’ten caecum’a kadar uzanan Jejunum ve Ileum, mesenterium olarak adlandırılan bir periton oluşumu ile karın arka duvarına asılmıştır. Birbirinden güçlükle ayrılabilen bu ince barsak bölümleri beraberce Jejunoileum (veya Intestinum mesenteriale) olarak adlandırılır. Jeunoileum’un 2/5 üst bölümü Jejunum (boş barsak), 3/5 alt bölümü de Ileum’a aittir. Kanlanması daha iyi olan Jejunum, canlıda daha pembe-kırmızı görülür. Jejunoileum A. mesenterica superior’dan çıkan dallarla kanlandırılır.
Ileum’un caecum’a bağlanan son bölümüne terminal Ileum (Ileum terminale-Pars terminalis) denir. Jejunum mukozasında dağınık olan lenfatik doku (Folliculi lymphatici solitarii) Ileum’da antimesenterik kenar boyunca oval veya sirküler plaklar (Peyer plakları – Folliculi lymphatici agregati) şeklinde organize olmuştur.
JEJENUM KLİNİK BİLGİ
1. Fötal yaşamda orta bağırsağın anormal rotasyonları nedeniyle Konjentinal malformasyonlar oluşması ender değildir.
2. Fötal hayatta bazen barsak kangalları göbek kordonundan karın içine girmekte yetersizlik gösterebilir. Bir veya birkaç barsak kangalının karın duvarının dışında kaldığı duruma Omphalocele denir. Omphalocele’de fıtık kesesinin çevresi Amnion ile sarılır.
3. Bazen de barsaklar karın içine normal olarak döndüğü halde, Umbiliculus bölgesinde karın duvarı zayıf kalır. Bu durumda barsaklar, çilekten daha büyük bir fıtık yaparak Konjenital umbilikal herni oluştururlar. Bu tip fıtık kesesi deri ile kaplıdır ve bebek ağladığı zaman çok belirli olur.
4. Yine 10. fötal haftada ince barsakların anormal rotasyonu ve tespit yetersizliği nedeniyle bütün ince barsaklar çok dar, tek bir sapla karın arka duvarına bağlanır. Olgu A. mesenterica superior ile birlikte bütün ince barsakların tersine bükülmesiyle sonuçlanır. Bu olguya Volvulus (yuvarlama) adı verilir. Volvulus’ta barsaklar iskemiktirler, hatta nekroza bile uğrayabilirler.
5. Bir seri Vasae rectae’ nin tıkanması ilgili barsak kısmının iskemisi ile sunuçlanır.
Büyük bir barsak arterinde emboli veya venada trombus, barsağın ilgili bölümünü Paralitik ileus’a uğratır. Eğer olgu yeteri kadar erken teşhis edilirse (Superior mesenterik arteriogram ile), tıkanmış kısım cerrahi yolla temizlenip hasta kurtarılabilir.
BARSAKLARIN FİZYOLOJİK ANATOMİSİ
Barsağın herhangi bir yerinden enine bir kesit yapıldığında, başlıca dört katman görülür. Bunlar dıştan içe doğru, Seroza, Kas tabakası, Submukoza ve Mukozadır. Seroza, kan ve lenf damarları ile fibroz doku ve barsakları mesenterium’a bağlayan mesothelium’dan meydana gelmiştir. Kas tabakası dışta uzunlamasına, içte dairesel olarak yerleşmiş düz kaslardan oluşmuştur. Bunların arasında kan ve lenf damarları ile Auerbach veya Myenteric sinir Pleksusu (ağı) yer alır. En iç katman olan mukozada ise, içinde salgı bezlerinin de yer aldığı yüzey epiteli, kapiller kan damarları ve lenfatiklerin bulunduğu gevşek bir fibröz doku, ince düz kas katmanları ve lenfatik doku bulunur. Mukozaların fonksiyonu sekresyon ve absorbsiyondur. Mukoza yüzeyinde besinlerin emilmesini sağlayan Villi intestinalis denilen çıkın¬tılar bulunur. Submukoza mukozaya destek oluşturur. Kas katmanı ise barsak hareketlerinden sorumludur.
İNCE BARSAKLAR
Besin maddelerinin ağızda başlayıp midede devam eden sindirimleri, ince bağırsakta son aşamayı geçirir. Gerek ince barsak mukozasından salınan, gerekse pankreastan salınıp duodenuma dökülen sindirim enzimleri ve karaciğer-den salınıp yine duodenuma dökülen safra tuzları, besin maddelerinin en ileri derecede parçalanmalarını sağlarlar. Böylece, monomerlerine indirgenmiş olan besin maddelerinin büyük bir bölümü ince bağırsak hücreleri tarafından emilirler.
İnce barsaklarda iki tip sekresyon yapılır. Bu sekresyonu mukoza katmanı içinde bulunan salgı bezleri yaparlar. Duodenumun mideye yakın olan kısmında bulunan Brunner bezleri bol miktarda mukus salgılarlar. Bu salgı duode¬num duvarını asidik mide sıvısının zararlı etkisinden korur. Mukus aynı zamanda tüm barsak mukozası boyunca yerleşmiş bulunan Goblet hücrelerinden de salınır. İkinci tip salgı ise içinde sindirim enzimlerinin bulunduğu ve bütün ince barsak yüzeyi boyunca yerleşmiş bulunan Lieberkühn bezleri tarafından yapı¬lan salgıdır. İnce barsak salgısı içinde bulunan sindirim enzimleri ise, Enterokinaz, tripsinojeni tripsine çevirir.
Peptidazlar, polipeptidleri amino asitlerine parçalar. Sükraz, Maltaz, İzomaltaz ve Laktaz, disakkaritleri monosakkaritlere yıkarlar. İntestinal lipaz, nötral yağları gliserol ve yağ asitlerine yıkar. İntestinal amilaz, nişastayı maltoza çevirir. Nükleazlar, nükleik asitleri parçalarlar. Bu enzimlerden en önemlisi enterokinazdır. Diğerleri az miktardadırlar ve önemsizdirler. Enterokinaz yokluğu, doğuştan olan ve ender rastlanan metabolik bir hastalıktır. Bu hastalıkta protein sindirimi iyice bozulmuş¬tur.
BARSAKLARIN BEZLERİ VE SALGILARI
1. Brunner Bezleri: Duodenumda Bulunurlar. Mukus salarlar.
2. Lıberkohn Bezlerı: Bütün ince barsakların yüzeyinde bulunurlar, enzimleri salgılarlar.
1. Enterokınaz: Tripsinojeni, Tripsine çevirir.
2. Peptidazlar: Polipeptidleri, Amin asitlerine parçalarlar.
3. Sükraz, Maltaz, Izomaltaz, Laktaz da Disakkaritleri monosakkaritlere yıkarlar.
4. Intestınal Lıpaz, Nötral yağları gliserol ve yağ asit¬lerine yıkar.
5. Intestınal Amılaz, Nişastayı maltoza çevirir.
6. Nukleazlar, Nükleik asitleri yıkarlar,
İnce Barsakların Salgı Salgılamaları,
1. Lokal olarak içeriğin barsak yüzeyine basınç yapması ile
Auerbach pleksusu uya¬rılır ve salgıyı başlatır.
2. Parasematik uyarı. Etkisi azdır.
İNCE BARSAK SEKRESYONUNUN KONTROLU
SİNİRSEL KONTROLU
İnce barsak sekresyonunun kontrolünde en önemli faktör, besin maddele¬rinin barsak yüzeyine yaptıkları basınç sonucu oluşan lokal uyarımdır. Kimus barsak yüzeyine basınç yapınca, burada yer alan intrinsik sinir ağı (Auerbach pleksusu) uyarılır ve sekresyon başlar. Sekresyonun başlatılmasını sağlayan bir diğer etki barsağa gelen parasematik uyarılardır. Fakat bu uyarım sonucunda meydana gelen sekresyon intrinsik uyarımın yol açtığından azdır.
HORMONAL KONTROLU
Bazı Bilim insanlarına göre, Kimus içindeki asit duodenum mukozasını uyararak buradan Enterokrinin adı verilen bir hormon salınmasına yol açar. Kana geçerek tekrar ince barsağa gelen bu hormon ince barsak mukozasından enzimce zengin sekresyonu başlatır. Ancak bu kontrol mekanizma¬sının ne derece önemli olduğu halen tartışma konusudur.
6. KALIN BARSAKLAR – INTESTINUM CRASSUM
Kalın barsaklar; sindirim kanalının ileum’dan sonra caecum’ dan (kör barsak) anus’ e kadar uzanan yaklaşık 1,5 – 2 m uzunluktaki bölümüdür. Kalın barsaklar, Abdominopelvik boşlukta yerleşir.
Kalın barsakların asıl işlevleri, emilemeyen besin maddeleri ve feçesi belli bir süre bekletmek, iletmek, sodyum ve suyun geri emilimini sağlamaktır. Prensip olarak kalın barsakların ilk bölümleri emilim, son bölümleri de ileti ve depolama görevlerini üstlenmiştir.
Kalın barsak lumeninde çok sayıda Gram (-) anaerop bakteriler bulunur. Bu bakteriler insan vücudunda üretilemeyen K Vitamini, B 1 Vitamini, B 2 Vitamini ve B 12 Vitaminini oluştururlar. Kalın barsaklar yaşam için mutlak gerekli organlar değillerdir.
Kalın barsaklar, caecum, kolon (colon) ve rektum olmak üzere 3 bölüme ayrılarak incelenir. Kalın barsaklar, ince barsaklardan daha büyük çaplıdır.
Kalın barsakların longitudinal kas lifleri üç adet şerit şeklinde (taenia coli) uzarır. Kalın barsakların dış yüzünde Appendices epiploicae denen yağ yığıntıları bulunur. Kalın barsaklardaki keseleşmelere Haustra coli adı verilir.
A.KÖR BARSAK – CAECUM
Kalın barsakların ilk ve en geniş bölümü olan caecum, kör bir kese şeklinde olup sağ fossa iliaca’da yer alır. Ostium ileale ile terminal ileum’a bağlanan caecum, yukarıda Ascedens (yükselen) kolon ile uzarır. Ostium ileale’de Valva ileocaecalis (Bauhin kapağı) olarak adlandırılan iki mukoza plikası bulunur. Valva ileocaecalis tek yönlü (ileum’ dan caecum ) geçişe olanak verir.
Ostium ileale’nin yaklaşık 2 cm aşağısında olarak caecum’un posteromedial yüzünden Appendix vermiformis (veya sadece Appendiks) çıkar. Uzunluk ve pozisyon yönünden büyük varyasyonlar gösteren Appendiks solucan şeklinde bir Lenfoid doku oluşumudur. Uzunluğu 5-15 cm arasında değişir.
CAECUM KLİNİK BİLGİ
1. Bazen caecum’un Periton’ u karın arka duvarına yapışmakta yetersizlik gösterir. Bu durumda caecum’un tamamı intraperitoneal’dır ve caecum serbestçe hareket eder (Mobil caecum).
2. Konjenital olarak Valvae iliocaecalis bölgesinde ileum, caecum’un içine aşırı şekilde invagine olabilir. İçeri giren ileum bölümü kendisi ile birlikte caecum duvarını da içeri sürükler. İleum’un içeri giren bölümüne intussusceptum, caecum’un içeri sürüklenen duvarına intussuscipiens adı verilir. İnvagine barsak parçası baskı altında kalır. Venöz ve arteriyel beslenmesi zayıflayacağından ödem konjestiyon ve nekroz gelişebilir. Bu hastalık belirtilerini insan hayatının 1. yılında gösterir.
B. KALIN BARSAKLAR – KOLONLAR
Kalın barsakların caecum’dan rektum’a kadar olan bölümü kolon olarak adlandırılır. Durumlarına göre yükselen (ascendens), enine (transvers), inen (descendens) ve sigmoid kolon olarak 4 alt bölümü vardır.
Yükselen kolon – Colon ascendens : Caecum’un devamı şeklinde, sağ paravertebral olukta karaciğere kadar uzanan (15 cm uzunluğunda) kolon bölümüdür. Çıkan kolon, sağ colik fleksura (veya hepatik fleksura) ile enine kolon’a bağlanır. Retroperitoneal konumdadır.
Enine kolon – Colon transversum : Karın boşluğunu sağdan sola doğru çaprazlayan, yaklaşık 50 cm lik. intraperitoneal kolon bölümüdür. Enine kolon, mesocolon transversum ile karın arka duvarına tutunmuştur. Enine kolon solda sol kolik fleksura (veya splenik fleksura) ile inen kolona bağlanır.
İnen kolon – Colon descendens : Sol paravertebral olukta yer alan inen kolon, sol colik fleksura’dan pelvis giridine kadar uzarır. Yaklaşık 25 cm uzunlukta olup retroperitoneal konumdadır.
Sigmoid kolon – Colon sigmoideum – Pelvik kolon: İnen kolonun devamı şeklinde, S harfine benzeyen sigmoid kolon, pelvis minor’da rectum ile uzanır. Sigmoid kolon, intraperitoneal konumda olup, mesocolon sigmoideum ile pelvis duvarına asılmıştır.
C. DÜZ BARSAK – REKTUM
Rektum, kalın barsakların son 12-13 cm ‘lik bölümüdür. Pelvis Diyafragmasını delerek canalis analis ile uzarır. Rektum’un alt bölümü oldukça geniş olup Ampulla recti olarak adlandırılır. Ampulla recti 500-700 ml hacme sahiptir.
Rektum’un üst bölümünde dışkı bulunduğu halde alt bölümü boştur. Rektum’un 2/3 üst bölümü Peritonla sarılmasına karşın 1/3 alt bölümü ekstraperitonealdir. Diğer kalın barsak bölümlerinin aksine rektum’da Mezenterium, Haustra ve Taenia yoktur.
Rektum mukozasında transversal sabit plikalar (plicae transversales recti) bulunur. Bu plikaların iki tanesi sol tarafta (Houston plakları), bir tanesi de iki sol plikanın ortası düzeyinde sağdadır.(Kohrausch plakası). Rektoskopik incelemelerde ve lavman uygulamasında bu plikaların önemle dikkate alınması gereklidir.
Canalis analis, 2.5 – 4 cm uzunlukta bir kanal olup anus’le sonlanır. Mukozasında 5-10 adet longitudinal plika (columnae anales – Morgagni) bulunur. Canalis analis ve anus, sadece defekasyon esnasında açılır. Burada iç ve dış olmak üzere iki anal sifinkter bulunur. İç anal sifinkter involunter (istem dışı), dış anal sifinkter ise istemli (volunter) olarak çalışır.
Rektum ve canalis analis’in arterleri üç ayrı kaynaktan (A. mesenterica inferior’dan, A. rectalis superior, A. iliaca interna’dan, A. rectalis media, A. pudentalis interna’dan, A. rectalis inferior) gelir. Vena kanının direnajı da benzer şekildedir.
İnce barsağın son bölümü olan ileum ile kalın barsağın birleştiği yerde ileocecal kapak denilen bir yapı vardır. Bu kapağın fonksiyonu kalın barsak içindeki maddelerin ileuma geri dönüşünü engellemektir.
Kalın barsağın bir yukarı doğru çıkan (ascendens), bir enine (transvers) ve bir de aşağı doğru inen (descendens) kısmı vardır. Kimus, kalın barsağa girdiği zaman içindeki maddelerden vücuda yararlı olanları absorbe edilmiş bulunur. Geriye artık maddelerle su ve bir miktar elektrolit kalmıştır. Kalın barsağın fonksiyonu, kimusdaki su ve elektrolitlerin geri emilimi ve artık maddelerin atılıncaya kadar depo edilmesidir. Ayrıca, kalın barsakta bulunan bazı simbiyotik bakteriler B vitamini ve K vitamini gibi bazı vitaminleri sentezler. İnsanda K vitamininin başlıca kaynağının barsak bakterileri olduğu söylenmektedir.
7. BARSAK HAREKETLERİ
İNCE BARSAK HAREKETLERİ
İnce barsağın başlıca iki tip hareketi vardır. Bunlardan birincisi olan, Ritmik segmentasyon ve Pendüler hareketlerin fonksiyonu, Kimus ile ince barsak sekresyonunun karıştırılması ve kimusun barsak yüzeyi ile temasını sağlayarak absorpsiyonu kolaylaştırmaktır. Sinirsel bir kontrol altında olmayan bu tip hareket, sadece düz kasların aktiviteleri sonucu meydana gelir (miyojenik). İkinci tip hareket peristalsis’dir ve kimusun ince barsak boyunca ilerlemesini sağlar. Nörojenik olan bu tip hareket, intrinsic sinir ağında meydana gelen lokal refleks ile başlatılır.
İleocecal kapakçık sindirim işlemleri süresince kendiliğinden açılıp kapanarak, ileum içindeki maddelerin kalın barsağa geçmelerine izin verir.
KALIN BARSAK HAREKETLERİ
Kalın barsakta da karıştırıcı ve peristaltik hareketler görülür. Karıştırıcı hareketler ince barsaktakilerine oranla çok yavaştır. Bu tip hareketler artık maddelerin kalın barsak yüzeyi ile temasa gelmelerini ve böylece su ve elektrolit absorpsiyonunun yapılabilmesini sağlar. Kalın barsakta görülen peristaltik hare¬ketler ince barsağınkilere benzemez. Kütle peristalsisi adı verilen bu tip hareketler sonucu dışkı maddeleri anuse doğru hareket ettirilir. Kütle peristalsis hareketi günde bir kaç kere meydana gelir. Bu hareketi başlatan faktör, Duadenuma besin maddelerinin girmesi sonucu Duodenumda meydana gelip kalın barsağa kadar yayılan bir reflekstir. Bu reflekse Duodenocolic Refleks adı verilir.
İNCE BARSAKLARDA EMİLİM
Ağız ve Osephagus’ ta besin maddeleri absorbe olmazlar. Bazı ilaçlar (Tirinitrin, Morfin ve Steroid hormonları) ağız mukozasından absorbe edilirler. Mide yoluyla absorpsiyon çok az ve önemsizdir. Sindirilmiş besin maddelerinden çabuk absorbe olanlar jejenumda hemen tamamen emilirler. Yavaş absorbe olan maddeler ise ileum’da emilirler.
Safra tuzları ve B 12 vitamini ileumun son kısmında absorbe edilirler. Nişasta ince barsaklarda Pankrea’sın alfa amilazı tarafından sindirilirse de nişasta türevlerinin daha ileri sindirimini sağlayan Oligosakkaridaz ileum mukoza hücrelerinin mikrovilisi’ nde bulunur.
Normal bir insanda karışık bir besin alınmasından sonra karbonhidratların hepsi, yağların % 95 ve proteinlerin % 90 kadarı, ince barsakları geçerken emilirler.
Kolonlarda su, inorganik tuzlar, belki kısa zincirli yağ asitleri ve eğer kolonlara kadar gelmiş ise, glukoz emilimi olur.
Barsakların 1 /3’ü çıkarılabilir ve şahıs sağlıklı yaşayabilir. Yüzde 50’den fazlası çıkarılırsa, Absorpsiyon bozulur. İleum’un kaybı, jejunum kaybından daha ciddi durum yaratır, zira safra tuzları yalnız ileum’dan emilirler. İnce barsakların önemli bölümünün çıkartılmasında yağ emilimi, yağda eriyen vitaminlerin ve kalsiyum em